.
  YİTİK SEVDAMIZ
 
YİTİK SEVDAMIZ .
Dilde ne varsa gönülde de o olurmuş. Veya tam tersi... Hangisi diğerini daha çok etkiler bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var; o da dilimizdekilerin kalbimizi ve beynimizi çok fazla etkilediği. Öyle ki, Türkiye’deki Müslümanların dillerinde olana bakıp hali pür melalini rahatça izah edebilirim. Sizleri biraz geriye götürmek isterim. Ezgilerin, marşların yeni yeni söylendiği, bant tiyatrolarının ailecek büyük bir huzur içinde dinlendiği zamanlara... Televizyonun ve popçuların yaygın olmadığı günlere... Ömer Karaoğlu’nun yüzünü dahi görmediğimiz, Taner Yüncüoğlu ve Mehmet Emin Ay’ı ailemizden biri gibi saydığımız günlere. Mustafa Demirci ile yatıp Abdulbaki Kömür ile kalkardık. Kadın, erkek, yaşlı, genç, herkesin ağzında aynı ezgiler ve marşlar vardı. Programlarda ihtiyarı genci aynı melodileri söylerdi hep bir ağızdan: “Dağları oyup zindan etseler, Allah nurunu söndüremezler.” Bir araya toplandığımızda Allah rızası için toplanırdık. Teşkilatlarda bir lokma ekmeği paylaşarak toplantılar yapar, soğuk kış gecelerinde küçücük bir elektrik sobasının ya da parasızlıktan kömür alınamadığı için gazete kağıtlarının, meyve sandıklarının yakıldığı sobaların etrafında muhabbetimizle ısıtırdık kardeşlerimizi. Gerçekten de kardeştik o günlerde. Toplantı çıkışlarında kimsenin arabası olmadığı için kol kola girip herkesi bırakırdık evine. Uzun yola hiç de erinmezdik. “Biz muhabbet eriyiz, ağlar ağlar gezeriz / en ücra köşelere ışık veririz” dudaklarımızdan hiç düşmezdi. Paramız yoktu. Evlerimiz kiradaydı. Lüksü hiç görmedik. Bol bol para nasıl harcanır bilmezdik. Hamala “çok paran olsa ne istersin” diye sormuşlar; o da “Hep soğanın cücüğünü yerim” demiş. Rahata alışmamıştık. Lüks ve israf bizi bozardı çünkü. Tek istediğimiz “Kalbimizde tevhid ile dilimizde tekbirlerle, şehadet isteriz ya Rab…” Şehadetti. Metin Yüksel’i, Malcolm X’i, Hasan el-Benna’yı, diğer tüm şehitlerimizi kıskanırdık. Çünkü “Şehadet bir çağrıdır, nesillere ve çağlara…” Buna inanmıştık. Bu dava uğruna her şeyini feda eden insanları düşününce, sanki şehit olmadan bir şeylerin eksik olacağını düşünürdük. Afganistan’dan, Bosna’dan mermi sesleri gelmeye başlayınca kardeşlerimizin gönülleri yaralanmıştı. İmkan verilse hepsi koşar giderdi oralara. Henüz gelecekle ilgili planlarımız, tatil hesabımız, kredi kartı borçlarımız, araba taksitlerimiz yoktu. Şubat ayında Metin Yüksel’i, Mayıs’ta Adnan Abi’yi anıyoruz. Ve daha nicelerini… Ama bize ne oldu bilmiyorum. İçimiz kıpırdamıyor bile şimdi. Geleceğe dair inancımız tamdı. Güzel günler çok yakındı. Niye yakın olmasın ki? Hepimiz O’nun rızası için çalışmıyor muyduk? Dualarımız hep o günler için değil miydi? Yavaş yavaş müjdeli haberler geldikçe dünyalar bizim olurdu. “Bir güneş doğuyor bir güneş Cezayir’de / Bir güneş doğuyor Filistin’de, / Bir güneş doğuyor Türkiye’de…” sevinç kıpırtılarını coştururduk. Eskiden akşamları evimizde Kur’an’ı Kerimler okunurdu. Ailemizle kitaptan sohbetler yapardık. Misafirliğe gittiğimizde Kur’an’dan, sünnetten bahsederdik. Birbirimizle karşılaştığımızla daha dün akşam okuduğumuz Sahabe efendilerimizin hayatlarından örnekler aktarırdık. Örnek alırdık, örnek olurduk. Allah için bir araya gelir Allah için ayrılırdık. Haftanın belirli günlerinde hadis sohbetleri tefsir sohbetlerimiz olurdu. Bugünden geriye dönüp baktığımızda hepimizin değiştiğini görüyoruz. Değişmeyen var mı? Hacı Kadir Amca gibi birkaç kişi daha kalmıştır belki. Onlar da aramızda değil zaten. Bu fırtınanın içinde hepimiz savrulduk. Acaba sorun nerede, nerede hata yaptım diye bireysel değerlendirmelerde bulunan ve bir türlü işin içinden çıkamayan kardeşlerime ipucu vermek isterim. Dilimizden şehadeti düşürünce Rabbim kalbimizden de aldı onu. Kulaklarımız Allah ve Peygamber zikriyle değil de dünyalıkla dolunca, onların rızasını da ikinci plana attık. “Bir kula bela olması için Allah’ın, zikrini onun kalbinden silmesi yetmez mi?” Bu kelimeleri, bu duyguları, bu idealleri tekrar dilimize almak lazım. Dilden düşürmemek lazım... “Hasret ötüşleri bitmeyen kuşlar / Yitik sevdamızı getirin artık / Allahın yoluna konulan başlar / Yitik sevdamızı getirin artık…” İşte burada Anadolu Gençliğe büyük görev düşüyor. Bu duygunun, coşkunun tekrardan harekete geçirilmesi lazım... Türkiye’nin tekrardan ayağa kalkması lazım... Anadolu Gençlik yapmazsa, kimse yapamaz. Nasıl Kur’an’ı Kerim programlarında Türkiye karış karış dolaşılıp uyuyan gönüller uyandırıldıysa, yine kulaklarımızın aşina olduğu ezgilerle ve marşlarla küllenen ateşi canlandırmak gerekli. Dünyanın dört bir yanından getirilen hafızlar misali, ülkemizdeki sanatçılarla bir proje hazırlanıp yurt geneli taranmalı. Klasikler tekrardan yorumlanmalı, tekrardan söylenmeli. Ne bileyim, mesela ben binlerce insanla beraber bir açık statta; “Düşmez dilimizden / Sökülmez kalbimizden / En kutlu sözdür bu / La İlahe İllallah”ı söylemek istiyorum. “Şehit tahtında rabbe gülümser / Ah binlerce canım olsaydı der…” söylerken ağlamak istiyorum. Kardeşlerimle bir araya geldiğimde artık dairelerden, arabalardan, bilgisayarlardan değil; Hadislerden, Kur’an’dan, şehitlikten bahsetmek istiyorum. Bir şeyler yapmanın vakti çoktan geldi. Haydi Anadolu Gençlik. “Elde sensin, dilde sen, gönüldesin, baştasın…” Kur’an sevgisini ve Peygamber aşkını Türk insanına sen unutturmadın, dillere ve gönüllere kazımak da sana düşüyor.
 
  ziyaretçi 5725 ziyaretçisiteye girdi  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol